4 Haziran 2015 Perşembe

Kopyaya Yeltenen Beceriksizin İmtihanla İmtihanı

İygünler. Bugün çaresizlikten planlayıp şans eseri ifa edemediğim bir şebeklikten bahsetmek istiyorum. Buradan her ne kadar "Şöyle insan iyidir, böyle insan iyidir" şeklinde ahkam kessem de ben şöyle veya böyle bir insan değilim. Olmaya çalışıyorum. Normal biriyim ve bugünkü Almanca sınavım için aklımda kopya çekmek vardı. Evet.


Şu görselde gördüğün şeyi hazırladım. Zekice değil mi? Bir saniye. Beni yargılamadan evvel bu dersin finalinde beni kopya çekmeye iten faktörlerden bahsedeyim, sonra beraber yargılarız beni. Öncelikle kopyayı çekemedim, gevşe idealist öğrenci arkadaşım. Dediğim gibi, dört senenin sonunda kopya çekmeye iten bağzı şeyler var. Sadece ben değil, birçok arkadaşım bugün teşebbüs etti. Zaten sınav yerinde "küçük" olayların çıkması da bundandı.

Gel seninle 2011'e gidelim. Küçük Merve o zamanlar saf. Üniversiteyi yeni kazanmış, bir havalarda. Ne de olsa istediği üniversitenin istediği bölümünü kazanmış. Lisede Fransızca gördüm ben. Almanca bilmem. O zaman bilmiyordum. Bence hâlâ bilmiyorum da neyse. Nein, ja, das ist nicht gut, yani. 2011'de üniversiteye başlamadan evvel dedim ki "Çevirmen olacağım, okulda istediğim dili öğrenmeme müsaade vardır tabii." Eh, tabii ki de İspanyolca'ya yanık olduğum için onu tercih ederdim. Ya da İtalyanca. Hiç unutmuyorum, lisede arkadaşıma "Almanca öğreneceğim son dil" diye ahkam kesmiştim. Benim hayatım ahkam kesmekten ibaret ise, ben boku yedim. Devamlı Almanca için çabaladığımı düşünsene, fıttırırsın. Velhasıl geldik okula, dediler ki bize "Almanca zorunlu seçmeli olmakla beraber 4 kredilik bir ders, önem verin." Zorunlu ve Seçmeli. Dwayne Johnson başrolde. Keşke öyle olsa ama değil. Üstelik kendi bölüm derslerimiz hep dört kredinin altındaydı. What the fuck?! Adolf Hitler'in hanımının görümcesi bir hoca geldi. Anladın? Her derste bir kağıt dağıtıp sırayla herkese alıştırma yaptırıyor filan. Nerdeyse hep beraber ayağa kalkıp Hitlergruß'a bağlayacağız, "Heil, Lehrer!" diye. O derece. Neyse, biz bu kadını böyle iki sene çektik. İki sene dörder dönemden bıraktı bizi. Bütleri kabus gibiydi. Korkulu rüyamız oldu. E tabii cengaver bir ablamız çıkıp şikayet etti bu hocayı, öğrencilerin zekasına hakaret ediyor, bir dönemde kırk öğrenci bırakıyor diye. Ülen bizim sınıfın nüfusu zaten 50 kişi. Neyse, Yabancı Diller Bölümü sağ olsun, bu hocayı başımızdan aldı. Bu sefer de başımıza umursamaz, ders anlatmaz bir hoca getirdi. Eh, öğrenci daha ne istesin. Bazı arkadaşlar "Olur mu canım? Ders öğrenmeye geldik biz!" filan diye isyan etse de ben durumdan memnundum o iki senelik psikolojik baskı sonrası. Hoca soruları filan da veriyordu hafiften. Heheh. Derse gelince hükümete çatıyordu, ondan sonra memlekete genel manada çatıyordu, Almanya'da havaalanında yaşadığı skandalları anlatıyordu, ders sonunda da "Auf Wiedersehen!" deyip çıkıyordu. Canımıza minnet.

Geldik 2014'e. Son senenin başlangıcı. Bu sefer de başka bir hoca "atadılar" bize. Atmışlar, atalamışlar. Düşün yani biz artık Pavlov'un köpeğinden halliceyiz. Bu hocamız da fazla rahat bir tipti. O da geçmişte ders aldığımız tüm hocaları eleştirmeye gelmiş adeta. Dedikodu yapılıyor derste filan. Dedim "Bu ne, ben bu derse girmem." Eh, o kadar prensiplerimiz var. Zaten artık dört olduğumuz için Almanca Çeviri dersi almaya başlamıştık, Almanca öğrenimimiz tamamlanmış farz edilerek. Öhöm. Bu hocamız derste İngilizce metinler veriyordu veya Türkçe. Biz bunları Almanca'ya çeviriyorduk. Sınavda da aynı metinlerden sorumluyduk. Geçmiş zamanla konuşuyorum çünkü bu ders benim için bugün itibariyle bitti inş. Büte kalmamak şartiyle. Ne diyordum? Sınavda o metinlerden sorumlu olduğumuzu. Sen olsan ne yaparsın? Ezberlersin. Adam zaten ezberle diye böyle ders yapıyor. Kimsenin umurunda değil iyi ders vermek. Biz de ezberliyorduk filan. Hiç kopya çekmedim Almanca sınavlarında. Eh zaten birinci ve ikinci sınıftaki Nazi-ye Hoca malum, göz açtırmıyordu. Sıkıyorsa çek. Öbür hocada gerek kalmıyordu. O sınavı da yapamayacaksan o üniversitede işin ne? Ama bu dediğim metinler eşşek gibi, uzun, büyük. Artık son dönemin finalinde bıçak kemiğe dayandı. Dünden önceki gün "Tıp Çevirisi" ve "Çeviribilim Semineri"nden çıkmışım; onun arkasından da ertesi gün "Hukuk Bilgisi"ynen "Çevirisi"ne girmişim, kafam uçmuş. Herhalde cin olmadan adam çarpacağım. İsyan ettim. "Kopya çekeceğim, başlarım ha!" dedim. Şişeleri kopyalarla doldurdum. Sonrası hezeyan.

Peki nasıl hezeyan? Hocanın kopya çekenleri "göresi tutmuş" bugün. Ben zaten anladım daha sınava girmeden benim bu boku yiyemeyeceğimi. Dedim ya, öyle gözü kara değilim. Roma'yı yakamam. Sanki herkes gözünü bana dikmişti kardeşim. Ben id'im ve süperegomun çatışmasını dindirmeye çabalarken bizimkilerden biri yakalandı. Hoca aldı bunun telefonunu. Dördüncü sınıf olduğumuz için de tutanak tutmayacağını söyledi. Yine de helal olsun hocaya. Bence yine de ders sistemi yanlış. Neyse, o ayrı konu. Sonra birkaç arkadaş daha patır patır döküldü, yakalandılar. Ben iyice tırstım. Hayatta çekemezdim, çekemedim zaten. Sonra aklımda kalanları yazdım. Olduğu kadar. Çıkarken de hocaya "Hocam yapamadığım yerlere alternatif çeviriler getirdim," dedim. Hoca da "Ben de onu görmek istiyorum," dedi. İnş öyledir cnm ya, dedim. 

Sınav bitti. Eve döndüm. Başım ağrıdı. Başıma güneş geçti. Saat 12 olmasına rağmen E5'te trafik vardı. Hayret ettim. Bir kere daha "Burada mı? Asla," dedim. Tıpkı taa çocukken kopya çekmeyi düşündüğüm ama eyleme geçiremediğim bir başka saçma ders için "Burada mı? Asla," dediğim gibi. Bazı prensipler vardır, ne kadar kaypak olsanız da değişmez onlar. Bu da benim bir prensipimmiş. İkinci bir üniversite okumak nasip olursa yine kopyacı bir öğrenci olmayacağım. Yapamıyorum ben. Yapana helal olsun. Helal olsun derken helal değil zaten de ahaha, anla sen. 

İyi günler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder