17 Haziran 2015 Çarşamba

Mezun Kişinin Arafı

İygeceler. Uzun zaman oldu. Başladım yine dikiş tutturmamazlığa. Ne yapayım, son birkaç gün heyecanlıydı biraz. Mezuniyet töreni vardı da. Kep filan attım. Öyle mezun filan olmadım daha dur. Kendimi bir şey sanarken durduk yere kendime iki tane büt çıkattırdım. Birini tahmin edersin. Almanca. Öbüründen niye kaldım? Sınav günü sınavın olduğunu unuttuğum için. Thug life. Deal with it. Swag. Yaa. İşte öyle artislik yaparken taklaya geldik. Neyse. Geçeriz herhalde. Baskı altında hissediyorum kendimi. Bir yandan girmem gereken bir kpss var, öte yandan bu kıçı kırık derslerin bütünlemesi. Eh, hoca dediğin senin geçim derdine, geleceğine bakmıyor. Mezun edivereyim şu garibi demiyor. Öbür dersin hocasına laf yok şimdi. O benim salaklığım. Neyse, dersten bahsedip yaz günü kimsenin içini baymak istemem. Kafalar dolu yeterince zaten.

Dört yıl boyunca iki arkadaş edinmişim. Az di mi? Yetti. Ayrılmak üzdü. Ağlamadım. Ağlayan yımışaklar oldu. Ben ağlamadım. Arkadaşlarım da ağlamadı. "Bu bir veda değil" dedim. Evet, bundan sonra hacı hocayı Mekke'de; deyus dürzüyü Dakka'da bulacak ama teknolojiden faydalanmak lazım. Her ne kadar yapay olsa da. Ayrılmamış gibi hissediyoruz hâlâ. O yüzden gözümden yaş getiremedim o akşam. Zaten ağlamayı çok sevmem. Çirkin oluyorum. Genel itibariyle yüzümdeki ifadeyi sevmem. Ağlayınca daha kötü oluyor. O yüzden ağlamamaya çalışırım. Görmesin elin insanı, bana ne.

Dört yıl boyunca sabah kalkıyorsun, "Gene mi okul?" diye söylene söylene gidiyorsun. Her gün gördüğün insanları görmeye, her gün aynı muhabbetleri yapmaya gittiğin arkadaşlarını görmeye gidiyorsun. Hatta bazen bu dört yıl içinde "Doğru insanlarla mı arkadaşım?" diye arkadaşlık ilişkilerini sorguluyorsun. "Ben esasen tek tabancayım. Hep böyleydim, böyle de kalacak. Kusursuz dost arayan dostsuz kalır, demişler. Bize ne efendim" bile diyorsun. Ama sonra bir gün kalkıyorsun "Bu sabah arkadaşlarımı göremeyeceğim. Sıraya oturup deftere göz, burun çizemeyeceğim. Tuğçe'nin saçıyla oynayamayacağım, Dilâra'dan british accent dinleyemeyeceğim" diyorsun. İşte o zaman yüzüm buruşuyor. Sanki boğazımın aşağı kısmını buruyorlar böyle. Sonra tam gırtlağımda garip bir ağrı hissediyorum. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlıyorum. İnsanın bir şeyleri yaşarken neden her defa vefasızlığa düştüğüne hayret ediyorum. Kıymet bilmemezliğe hayret ediyorum. Ama ağlayamam. Çünkü arkadaşlıklarımın ve daha önemlisi anılarımın öldüğüne inanmam. Belki seneye çok farklı yerlerde olacağım. Bu düşünce beni inanılmaz ürkütüyor. Bu bunaldığım şehirden hiçbir yere kıpırdamak istemiyorum. Kendi aralarında Amerikan Futbolu oynayıp bir de kendilerine Geller Cup yapan Ross ve Monica gibi kupayı karşı tarafa kaptırmamak istiyorum son dakika. Halbuki burada karşı taraf da yok. Anılarımı bırakmak istemiyorum. O kıytırık Bisikletçiler Çarşısı dahi benim için çok şey ifade eder oldu şu üç gün içinde. Gidemeyecekmişim gibi hissediyorum. Ama gitmek zorundayım. İnsanlar giderler. Hep böyledir. Gelirler, gitmeye gelirler, gitmek için gelirler. Hayatın döngüsü böyledir. Basit bir insan bile bunu bilir. Ben de gideceğim. Daha çok kez çok yere gideceğim. İnsan ayrılmak istemese de şartlar rahat bırakmıyor. Seni pamuklara sarsalar, sonra da kurşun geçirmez camlardan sarayların içinde tutsalar, sen yine veda etmek zorunda kalırsın. Kaçış yoktur ayrılıklardan. 




Bu noktada ben sadece ruhsal sağlığımı ayakta tutmaya çalışıyorum. Anılara veya geçmişe takılı kalmanın iyi bir şey olmadığının farkındayım. Nitekim insan zamanla x'e verdiği değeri azaltır, unutur, takmaz. Ama zamanın geçmesi için de zaman lazım. Boktan bir paradoks. Ama öyle. Büyüdüğümü, hatta yaşlandığımı ve büyük sorumluluklar almaya başladığımı hissediyorum. Değişiyorum. Gregor Samsa'dan halliceyim. Bu zamana kadar "Ne kadar büyüdük, hayat nasıl da değişti" deyişlerimiz hikayeymiş meğer. Hani Anadolu'da askerden gelen gence "Asıl askerlik şimdi başlıyo" denir ya, evet, askere gitmeyeceğim ama o şeye yakın bir his yaşıyorum sanki. Öğrencilik abartıldığı gibi bir şey değilmiş. Şu an araftayım. Ne işim var, ne de bütlerine gireceğim sınavları dışında bir okulum. Açıkçası ne halt yiyeceğimi bilmiyorum ve korkuyorum. İşin macera kısmını bir yana atarsak karşımda ürkütücü bir tablo var. İşlerimiz rast gitse bari.

İyi geceler. Dileyenlere hayırlı Ramazanlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder